İskoç Empirist: David Hume

 

David Hume, 1711 yılında Edinburgh'un güney batısında yaşayan soylu bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hume 2 yaşındayken, ünlü bir hukukçu olan babasını kaybetmiş ve baba mesleğini sürdürmek için hukukçu olmaya karar vermiştir. 1721 yılında, henüz 11 yaşındayken, Edinburgh Üniversitesi'ne giren Hume burada hukuk eğitimi almaya başlamıştır. Ancak tarih, felsefe ve edebiyata hukuktan daha çok ilgi duymuş ve kendisini bu alanlarda geliştirmiştir.

1725 yılında Edinburgh Üniversitesi'nden ayrılıp, ticaret yapmak için İngiltere'ye giden Hume, ticaret hayatından sonra 1734 yılında Fransa'ya gitmiştir. Bir süre La Fleche'de öğrenim gördükten sonra Paris'te Jean Jacques Rousseau ve Alembert gibi entelektüellerle bir araya gelmiş ve 18. yüzyıldaki Aydınlanma Çağında önemli bir yere sahip olmuştur.

1737'de İngiltere'ye dönen Hume, Fransa'nın La Fleche okulunda yazmaya başladığı ilk eseri olan, "İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme" adlı kitabını 1739 yılında yayımlamış fakat eser beklendiği kadar ilgi görmemiştir. Yayımladığı bu eserden sonra bir süre felsefi eser yazmayı bırakan Hume; ahlak, politika ve edebiyat üzerine denemeler yazmıştır. Bu yazılarının büyük ilgi görmesiyle birlikte ün kazanan Hume, 1742 yılında yeniden felsefe içerikli eserler vermeye başlayarak, en ünlü eseri olan "İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma" adlı kitabını kaleme almıştır.

1745 yılına gelindiğinde ise David Hume, Edinburgh Üniversitesi'nde ahlak felsefesi üzerine öğretim vermek için başvuruda bulunmuş fakat bu başvurusu reddedilmiştir. Bu olaydan sonra bir süre Londra'da öğretmenlik yapan Hume, 1752 yılında Edinburgh Avukatlar Fakültesinde kütüphanecilik yapmaya başlamıştır.

1760'lara kadar Edinburgh'ta üretken bir biçimde çalışmalarına devam eden Hume, sonrasında bazı resmi görevlerde yer almış ve 1769 yılına kadar Edinburgh dışında seyahat etmiştir. Ülkesine döndükten birkaç yıl sonra da -1776 yılında- hayatını kaybetmiştir.

İnsan doğası, bilgi felsefesi, din ve ahlak gibi konulara yoğun bir ilgi duyan Hume, bu alanlarda birçok çalışma yapmış ve farklı eserler kaleme almıştır. "Doğal Din Hakkında Diyaloglar" adlı eseri de Hume'un en yakın arkadaşı olan ünlü filozof ve ekonomist, Adam Smith'in öncülüğünde tamamlanmış ve Hume öldükten sonra yayımlanmıştır.

David Hume'un Felsefesi

David Hume; John Locke ve Berkeley'in etkisiyle Britanya'da hakim olan Empirizm (Deneycilik) akımına bağlı kalmıştır. Sıkı bir Empirist olan Hume, dünyadaki her şeyin tartışma konusu olabileceğini ve dogmaların kabul edilemez şeyler olduğunu belirtmiştir. Bu tartışmalar ve sorgulamalar sonucunda hakikate ulaşmanın tek yolunun, deney ve gözleme dayanan çözümleyici yöntemden geçtiğini öne süren Hume, deney ve gözlem yönteminin insanın algılama kapasitesine bağlı olduğunu ve öncelikli olarak insan doğasını araştırmak ve anlamak gerektiğini savunmuştur. Kendisi de bu bağlamda araştırmalar yapmış ve bu alanda eserler ortaya koymuştur.

Hakikate ulaşmak ve bir şeyi kanıtlayabilmek için o şeyin mutlaka deney ve gözleme yatkın olmasını belirten Hume, bir şeyin bilimsel bilgi olarak değerlendirilebilmesi için doğa yasalarına tabi olması gerektiğini öne sürmüştür. Hume'a göre olaylar arasında kurulan neden-sonuç ilişkileri de aslında bir nedensellikten çok alışkanlık ifade etmektedir ve o güne kadar belirli bir sonucu veren olayın her zaman aynı sonucu verme garantisi yoktur, dolayısıyla da sorgulama ve gözlemin sürekli ve dinamik olması gerekmektedir. Hume, bu durumu şöyle örneklendirmektedir:

"Bugüne kadar gördüğüm kargaların tümünün siyah olması beyaz kargaların kesin olarak var olamayacağı anlamını taşımaz."

Doğru bilgiye ve hakikate ulaşma konusunda şüpheci bir tavır sergileyen Hume, kuşku duymaktan çekinmememiz gerektiğini ve deney-gözleme dayanmayan, metafizik akıl yürütmelerin ancak dil oyunlarıyla sınır kalabileceğini ve insanları ön kabullere, dogmalara veya çaresizliğe iteceğini belirtmiş; buna karşın kuşku duymanın ve gözlem yapmanın insanı bilmeye yönelik eylemlerde bulunmaya teşvik edeceğini öne sürmüştür.

David Hume, bilgi felsefine yönelik geliştirdiği kuşkucu ve sorgulayıcı tavrını, din ve ahlak konuları üzerine de sergilemiştir. Dinler kapsamında ortaya atılmış ahlak kurallarının dogmatik yapıya sahip olduğunu söyleyen Hume, geleneksel ahlakın deney-gözleme ve sorgulamalara tabi tutulmayacağını dolayısıyla da bunların doğrulanamayacağını veya yanlışlanamayacağını belirtmiştir. Bu bağlamda ahlakın dinin tekelinde (tamamen dine bağlı) olmaması gerektiğini savunarak insan algılarına dayanan, etkileri test edilebilen ve dogmatik olmayan evrensel bir ahlak anlayışının oluşturulmasının önemini vurgulamıştır.

Tanrı'nın ve mucizelerin varlığına da aynı şüphecilikle yaklaşan Hume, Tanrı'nın ampirik olarak kanıtlanmasının mümkün olmadığını çünkü Tanrı'nın da deney ve gözleme tabi tutulamadığını öne sürmüştür. Dolayısıyla Tanrı'nın doğrulanamayacağını aynı zamanda da yanlışlanamayacağını savunmuştur. Bu bağlamda Tanrı'nın varlığına kesin olarak emin olunamayacağı gibi Tanrı'nın kesin olarak yok sayılamayacağını da belirterek, dinin ve Tanrı'nın yalnızca inanç temelli olabileceğini dile getirmiş ve Tanrı'nın varlığı konusunda Agnostik (bilinemezcilik) bir tavır sergilemiştir.

Bu tavrıyla da geleneksel Hıristiyanlığa yönelik birçok eleştiride bulunmuş ve dönemin Hıristiyan teologları tarafından yerilmiştir. Bu durum David Hume'un Edinburgh Üniversitesi'nde ahlak felsefesi eğitimi verme konusundaki başvurusunun da reddedilmesine neden olmuştur.

David Hume, John Locke ve Berkeley'den aldığı Empirizm bayrağını en tepelere çıkartmıştır. Kuşkucu tavrı, aykırı fikirleri ve insan doğası, din ve ahlak gibi konularda ortaya koyduğu özgün eserleriyle de başta İskoç Aydınlanması olmak üzere Aydınlanma Çağının ve dünya tarihinin en önemli düşünürlerinden biri olmuştur.

Yorumlar

Daha yeni Daha eski